PSİKOLOJİ VE SİNEMA
Psikiyatri/psikoloji var olmasaydı, sinema onu mutlaka icat etmek zorunda kalırdı. Çünkü her iki alanında odak noktası; insanın düşüncelerini, duygularını, yaşantılarını ele almasıdır; hal böyle olunca çok fazla ortak nokta barındırırlar. Bir filmde; bir toplumun, bir ailenin, bir kişinin yaşam şeklini, hayat felsefelerini, aile ilişkilerini, travmalarını, sancılarını, gülüşlerini, yakarışlarını, ölümlerini ve yeniden doğuşlarını görürüz. Tıpkı kendi hayatımızı olduğu gibi. Bu bir bakıma hayatın kendisi olsa da sanatı da içinde barındırır. Fransız film yapımcısı Jean-Luc Godard’a göre; “sinema ne sanattır ne de hayatın kendisi; ikisinin ortasında bir şeydir.” Bu gösterimi ise Münsterberg’e göre şöyle yapar; “hareket eden fotoğraflar insanın öyküsünü, dış dünyanın, örneğin mekan, zaman ve neden-sonuç ilişkileri gibi biçimlerine üstünlük sağlayarak ve olayları örneğin dikkat, bellek, düş gücü ve duygu gibi iç dünya biçimlerine uydurarak anlatıyor.”
İmgeler insan psikolojisini farklı yönlendiren zihinsel temsillerdir ve her kişide farklı anlamlar uyandırabilir. Yönetmen bir gerçekliği veya kurmacayı izleyicinin zihninde imgelerle buluşturması ya da yeni imgeler yaratması söz konusudur. Yönetmen kendi gerçekliğinde kurguladığı bu dünyayı izleyicinin zihin dünyasındaki imgelerle örtüştürmeye çalışır. Yani izleyici de bir karşılık bulması gerekir. Bu yönetmene ortak bir anlam ve imgelem üzerinden yeni bir dünya yaratma gücü verir. Bunu gerek bilinçli bir şekilde kültürel ve geleneksel stereotipleri açıkça koyarak, ya da bilinçaltına hitap edecek şekilde arketipsel imgelerle yapar.
Arzu, ihtiyaç, ve haz üretimi üzerinden kontrole yönelik bir gösterge halinde izleyiciye bir takım beklentiler de satılır. Burada karşılık bulan bir kültür endüstrisi söz konusudur. Farklı coğrafyalardan her kesime hitap edebilen filmler, bir yaşam standardı ve anlayışı oluştururlar. Bu standartın içeriğindeki her meta (örneğin kot pantolon) küresel anlamda karşılık bulur. Ana karakterleri çok güçlü olan kült filmler kimlik satar. Özellikle ergenlerde karşılık bulan bu karakterler, rol model halini alır.
Psikoloji ve Rüya İlişkisi
Filmlerin esasında bir düş fabrikası olduğunu, izleyicinin 2 saatliğine bir düşün içine girmesi söz konusudur. Biz filmin içine tıpkı rüyalarda olduğu gibi birden gireriz ve aslında kendi rüyalarımızda ana karakter olsak da, izleyici olmamız da söz konusudur. Çok aktif rolümüzün olmadığı rüyalarımızda da bir olay örgüsü vardır, tıpkı filmlerde olduğu gibi. Rüyalar pek çok psikanaliste göre bilinçaltının dışavurumudur, nesneler çeşitli dürtü ve arzuları sembolize eder ve bu sembollerin büyük kısmı kişilerdir. Filmler ise içinde bulunduğumuz dünyanın başat unsurlarını da barındıran kollektif imge ve sembollerin gizlendiği, belli ölçülerde açığa çıktığı bir dışavurumdur. Seyirci kaydedilmiş rüyalara tanıklık ederek, rüyanın içinde gezinmekte ve karakterlerle özdeşim kurmaktadır.
Sinemanın Seyirciye Etkisi
Film izlerken zihnimizde bir çok şey yaşanır. İzleme eylemi; yeterince odaklandıktan sonra bilinçli farkındalığımızın azalması sonucu bilinçaltımızın devreye girdiği bir süreçtir ve kişilerin bazı “kanayan yaralarına” dokunan sahneler, izleyiciye yoğun duygusal deneyimler yaşatabilir. Öncelikle dizi/film izlemenin seyirciye etkisine bakmakta yarar var.
1. Özdeşleşme (Identification): Bu evrede kişiler seyrettikleri veya okudukları karakterlerle kendileri arasında genel bir benzerlik görürler.Bu benzerlik kapsamında bu karakterlerle kişilik yapısı veya yaşanan sorunlar açısından özdeşleştiklerini düşünürler.
2. Katarsis (Catharsis): Kişiler filmdeki karakterin düşünce ve davranışlarının yanında, duygularıyla da özdeşim kurduklarında, o ana kadar bastırdıkları ya da fark etmedikleri duygular ve iç çatışmaları bir ölçüde bilince taşır ve bu esnada verilen kurgu içerisinde, kişi de duygusal bir rahatlama yaşanır.
3. İçgörü (Insight): Kişiler, kendilerini özdeşleştirdikleri karakterin davranış ve duygularına, karşılaştığı sorunlara ve sorunları çözüm şekline dışardan bakarak, kendi durumlarıyla ilgili iç görü kazanabilirler. Daha sonra da bu iç görüyü kendi sorunlarını çözmek üzere kullanabilirler. Eğer özdeşim kurulan karakter, yaratıcı ve başarılı bir şekilde sorunlarını çözebiliyorsa, bu noktada iç görü kazanan kişiler için rol modeli oluşturabilir.
4. Bütünleşme (Universalization): Bu evrede, kişiler yaşadıkları sorunların sadece kendilerine özgü olmadığını, başkalarının da aynı sorunlarla karşılaşabildiğini fark ederler. Böylece hissettikleri yalnızlık ve dışlanmışlık duyguları azalır. Kendi çözümlerini bulmak için umutları artmış olur.
Burak Bayık
Kaynakça
Erbek Kara, Ö. (2016). Sinemanın küresel yolculuğu. Global Media Journal TR Edition, 6 (12), 601-614.
Ormanlı, O. (2011). Başlangıç filminde psikanalitik öğeler ve rüya olgusu. Yedi, DEÜ GSF Dergisi, 6, 55-62.
Bir yanıt yazın