
ÇOCUKLARDA AYRILMA VE BİREYLEŞME SÜRECİ
İnsan yaşamı ayrılıklarla doludur. Bunların ilki bebeğin anne vücudundan ayrılması yani doğum ile yaşanır. Bebek büyüyüp geliştikçe kendisinin insanlardan ayrı bir birey olduğunun daha fazla farkına varır. Mahler, Pine ve Bergman (1975) bu sürece ayrışma – bireyleşme adını verir. Ayrışma-bireyleşme dönemi 6-36 aylar arası görülür. Ayrışma ve bireyselleşme birbirini tamamlayan iki gelişim sürecidir. Ayrışma, çocuğun anneyle ortak yaşamsal birleşme durumundan çıkmasını belirtir. Bireyleşme ise, çocuğun kendi ayırt edici bireysel özelliklerini üstlenmesini sağlayan başarıları ifade eder. Anneden ayrılık, kendini keşfetme yani bireyleşmenin başlangıcıdır. Bu, yetişkinliğe giden duygusal yolculuğun ilk adımıdır.
Araştırmalar anne ile ilişkide, bebeğin ayrılma kaygısı yaşamasının adaptif ve evrensel bir fenomen olduğunu göstermektedir. Öte yandan bebeğin erken dönemde gelişimsel olarak uygun olmayan seviyede kaygı hissettiği durumlarda kaygının patolojik özellikler gösterebildiği belirtilmiştir. Bu bağlamda çocukluk dönemindeki ayrılma kaygısının zaman zaman yetişkinlik döneminde kendisini farklı biçimlerde (sosyal fobi, bağımlı kişilik bozukluğu, vb.) gösterdiği bilinmektedir.
Mahler’e göre ayrışma ve bireyleşme insanın biyolojik doğumuyla başlayan bir psikolojik doğum sürecidir. Psikolojik doğum ayrı bir birey durumuna gelmek, kendi kimliğini kazanmak olarak tanımlanır. Mahler ve arkadaşları normal gelişimin basamaklarını şöyle sıralamışlardır:
I. Normal otistik dönem (yaşamın 1. ayı)
II. Simbiyotik dönem (2-5. aylar)
III. Ayrılma-bireyleşme dönemi
A. Ayrımlaşma alt dönemi (5-9. aylar)
B. Alıştırma alt dönemi (9-15. aylar)
a) Erken alıştırma alt dönemi
b) Esas alıştırma alt dönemi
C. Yeniden yaklaşma alt dönemi (15-24. aylar)
a) Yeniden yaklaşmanın başlangıcı
b) Yeniden yaklaşma krizi
c) Krizin bireysel çözümleri
D. Bireyliğin sağlamlaşması ve duygusal nesne sürekliliğinin başlangıcı (24-36. aylar ve ötesi)
Normal otistik dönem yaşamın ilk bir ayıdır. Bu dönemin temel işlevi, doğum sonrası koşullarda organizmanın homeostatik dengesini sağlamaktır. Kendi bedeni dışında bir şey algılamaz. Tamamen içgüdüsel bir temelde yaşar.
Normal simbiyotik dönem ikinci aydan beşinci aya kadar sürer. “Ben” ile “ben-olmayan” henüz ayrımlaşmamıştır. Çocuk zamanla “haz verici” ve “iyi” olanla, “acı verici” ve “kötü” olanı ayırt etmeye başlar. Doyum ve haz verici yaşantının beden dışından geldiğinin fark edilmesiyle birlikte, otistik dönemden simbiyotik döneme geçiş başlar. Annenin bakımı sayesinde dış dünyanın farkına varma giderek artar. Bu dönemde bebeğin dikkati zaman zaman dış dünyaya yönelir, fakat daha çok anne ve anne ile ilgili şeyler etrafında yoğunlaşır. Simbiyotik dönemin en önemli özelliği anne ile “ikili birim” içinde duygusal bir bağ oluşturabilme yetisidir. Bu durum, tüm insan ilişkilerine zemin hazırlayan yetidir. Doyurucu bir simbiyotik dönem, daha sonra gelen ayrılma-bireyleşme döneminde anneden başarıyla ayrılabilmenin ön koşuludur. Yeterli düzeydeki bir simbiyoz, bireyleşme adımlarının atılması ve dengeli bir “kimlik duygusunun’’ kazanılması için son derece önemlidir.
Ayrılma-Bireyleşme Dönemi
Ayrımlaşma alt dönemi beşinci ve dokuzuncu aylar arasındaki dönemdir. En önemli davranışsal görünümlerinden biri, yakın ve uzak çevrenin algı yolu ile taranmasıdır. Annenin saçını, kulaklarını, burnunu çekme, kucaktayken arkaya doğru gerilip anneye bakma, ayrıca annenin ötesinde de çevreyi izleme sık görülen davranışlardır. Çevreyi tarama davranışı bebeğin kendi bedeniyle annenin bedenin ayırmasına yardımcı olur.
Altıncı ve yedinci aylarda annenin üzerinde bulunan cansız nesnelerin elle dokunma ve bakma yoluyla araştırılması başlar.
Yedinci ve sekizinci aylarda kendisini anneden uzağa itme, ayaklarının dibinde oynamak üzere annenin kucağından kalkarak yere inme gibi davranışlarla fizik ayrılma denemelerinin başladığı görülür. Artık bebek tam bir bağımlılık içinde değildir. Kendi bedenini kullanarak aktif olarak haz alır, ayrıca haz ve uyarılma için aktif olarak dış dünyaya yönelir. Bebek, annesinin yüzünü fark edecek ve tanıyacak kadar bireyleştiğinde, diğer insanların yüzlerini de görsel ve dokunsal olarak araştırmaya başlar, yabancılara tepki gösterir. Simbiyotik dönemde anne ile iyi, sağlam bir ilişkisi olan bebekler çoğunlukla yabancıları incelemekten hoşlanırlar. Özetleyecek olursak; ayrılma-bireyleşmenin bu ilk döneminde, bebekler, bedensel anlamda ilk kez ana kucağından uzaklaşmak üzere adım atarlar. Ancak bir yandan da mümkün olduğunca annenin dizinin dibinde olmaya özen gösterirler.
Alıştırma alt dönemi dokuzuncu ve on beşinci aylar arasıdır. Erken alıştırma alt dönemi ve esas alıştırma alt dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Erken alıştırma alt döneminde çocukta emekleme, taytay durma, tırmanma, tutunarak yürümeye çalışma gibi anneden fiziksel olarak uzaklaşabilme yeteneğinin ilk belirtileri gözlenir. Esas alıştırma alt döneminde ise, iki ayak üzerinde serbestçe yürüme başlamıştır.
Ayrılma ve bireyliğinin farkına varma yönünde ilk adımların atılması için birbiriyle ilişkili en az üç gelişme gereklidir. Bunlar: Beden ayrımlaşması özellikle sınır duygusunun oluşumu, anne ile özel bağın kurulması, anne ile yakınlık içinde özerk ego aygıtının olgunlaşması ve işlemesidir.
Alıştırma alt dönemi, annenin tutumuna bağlıdır. Bazı anneler alıştırma yapmayı, bağımsızlığı ve özerk olmayı teşvik eder. Bazıları ise engeller. Bunlar yakın simbiyotik ilişkiyi sürdürmeyi yeğlerler ya da çocuğu kapasitesinin üstünde olanı yapmaya zorlarlar. Eğer koşullar elverişli ise, yeni duyusal yaşantılar tadına doyulmaz deneyimler haline gelir ve çocuğun ilerlemesini sağlarlar.
Yeniden yaklaşma alt dönemi on beşinci ve yirmi dördüncü aylar arasıdır. Mahler ve arkadaşları (1975) elde ettikleri verilerden yola çıkarak bu alt dönemi üç bölümde incelemeyi uygun görmüşlerdir:
1- Yeniden yaklaşmanın başlangıcı
2- Yeniden yaklaşma krizi
3- Krizin bireysel çözümleri (Bunların sonucunda çocuğun kendisine özgü örüntüleri ve kişilik özellikleri oluşur ve çocuk dördüncü alt döneme bunlarla girer.)
On beşinci ay dolaylarında çocuğun anneye yaklaşımı artık, “nasıl olsa var” şeklinde olmaktan çıkmıştır. İki ayak üstünde serbest hareket edebilmesi ve sembollerle düşünebilmenin başlaması nedeniyle çocuk kendi ayrılığını iyice fark etmektedir. Yeni kazandığı becerileri ve deneyimlerini anneyle paylaşma isteği, sevgi gereksinimi ve annenin nerede olduğu ile sürekli ilgilenme belirgindir.
Bu alt dönemde çocuk cinsel farklılıkları da görmeye başlar, çocuk kendi bedeninin farkına varır. Çocuk giderek bedenini kendi malı olarak görmeye başlar. Çocuk yavaş yavaş annesinin isteklerinin her zaman kendisininkilerle çakışmadığını, sık sık annesi ile çelişkiye düştüğünü fark eder.
Anneden ayrı olma duygusu acı verici olduğu için buna karşı koymak ister. Annenin yanında kalma isteği ile ondan uzaklaşma zorlantısı ve anneyi memnun etme arzusu ile ona yönelmiş öfke arasında kalır. Bu öfke, bir yandan anal dönemin özellikleri olan kıskançlık ve sahip olma isteği, bir yandan da özellikle kızlarda anatomik, cinsel farklılıklara tepki nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
Zaman zaman anneye karşı belirgin ambivalans ve hostilite gözlenir. Bu durum çocuğun anneye bir yapışan, bir kaçıp giden tutumuyla belirli bir krize yol açar. Aşırıya kaçtığında bu davranışlar birer tehlike işaretidir. Erken gelişim dönemlerinde göze çarpan üç ana korku, bu alt dönemde bir araya toplanmıştır. Bunlar: Nesnenin kaybedilmesi korkusu, nesnenin sevgisinin kaybedilmesi korkusu ve kastrasyon anksiyetesidir.
Bu dönemde annenin geri çekilmemesi ya da çocuğa sert tepki göstermemesi, duygusal olarak ulaşılabilir ve davranışlarında tutarlı olması, aynı zamanda çocuğu bağımsızlık yönünde hafifçe zorlaması özellikle önemlidir. Bunun yanı sıra annenin duygusal ulaşılabilirliği kadar baba ile ilişki de önem kazanır. Baba çok erken dönemlerden beri bir sevgi nesnesi olarak, anneden tamamen farklı bir kategoride yer alır. Çocuk için baba daha çok dış gerçekler ve başarılı özerk işleve sahiptir. Oysa anne bir kısıtlama ve engelleme ya da bir rahatlatma kaynağı olarak işlev görmektedir. Çocuğun ambivalansı ve regresif eğilimleri özellikle anne ile ilişkilidir. Baba ise güçlü, anneden ayrı, yardım eden bir yandaş gibi algılanır. Baba, anne çocuk ilişkisindeki yumuşatıcı gibidir ve özerk gelişimi teşvik ederek çocuğun regresif eğilimlerine karşı savaşmasını sağlar. Anne ile olan ambivalans bağın çözülmesi ve birey olmanın başarılması için baba ile doyurucu bir ilişki çok büyük önem taşır. Yeniden yaklaşma krizinin çözülmesi özsaygının, kendilik sürekliliğinin onaylanması ve gelişmesi bakımından da önemlidir.
Bireyliğin Sağlamlaşması ve Duygusal Nesne Sürekliliğinin Başlangıcı dönemi yirmi dördüncü ve otuz altıncı aylar arası ve ötesinde yer alır ve ayrılma-bireyleşme açısından iki ana hedefi vardır: Bazı yönlerden yaşam boyu sürecek özellikleri bulunan belli bir birey olma niteliğinin kazanılması ve belirli bir dereceye kadar nesne sürekliliğinin kazanılması.
Bu dönemde üç yaş çocuğu ana okuluna gitmeye hazırdır. Sözel iletişim, hayal kurma, gerçeği değerlendirme gibi karmaşık bilişsel işlevler ortaya çıkar. Yineleyici hafif ya da ılımlı karşı koyuculuk bu dönemin özelliklerindendir ve kimlik duygusunun gelişmesi için gerekli gibi görünmektedir. Temel güven ortamı sağlanamadığı durumda yetişkinlikte kendi sınırlarını tam olarak bilemeyen bir benlikle yaşamlarını sürdürür.
Çocuk kendisine ait duygusal bir alan üretemez, öznelleşemez. Kendini var etmek için hep başkasına bağımlı kalır. Kendi varlığını ya hep bir ötekine ‘göre’ ya da ötekine ‘rağmen’ kurar. Ötekileri, kendi başlarına farklı bireyler olarak görmek yerine, ya kendini mutlu eden bağımlı tarzda ilişkileri olduğu ‘iyiler’, ya da kendini mutluluktan mahrum eden düşmanlar ya da ‘kötüler’ olarak görür. Ötekilerle ya sevgi ya da nefret ilişkisi geliştirir. Ayrışma ve bireyselleşmeyi başaramamış olanlar için güçlü bağlanmalar ve aidiyet duyguları yaşamsal önemdedir. Bireyselleşememiş kişi, ancak bağımlı tarzda ilişkinin içinde var olabilir.
Pınar Çalmaz
Kaynakça
Bir yanıt yazın